KAHRAMANMARAŞ'I BEKLEYEN SORUNLAR

KAHRAMANMARAŞ'I BEKLEYEN SORUNLAR

KAHRAMANMARAŞ'I BEKLEYEN SORUNLAR

 

Hep yazıyoruz, zaman zaman da dillendiriyoruz.
Kahramanmaraş'ın en önemli sorunu hiç kuşkusuz ki işsizlik, yatırımların çeşitsizliği, hala yol bekleyen yerleşim birimlerinin olması, kentin en modern bölgelerinin pislik içerisinde olması, belediyelerdeki adaletsizlik, yerel siyasetteki dengesizlik ya da ilgililerin-yetkililerin duyarsızlığı değildir…
En önemli sorunumuz, zihniyetin değişmemesidir.
**
Kısaca bir hatırlatma yapalım:
30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı ile İtilaf Devletleri arasında imzalanır.
Bu anlaşmanın 7. Maddesine göre İtilaf Devletleri, Osmanlı'nın strateji ve ekonomik yönden önemli bölgelerini işgale başlarlar.
Bu işgal bölgeleri arasında, şu anda üzerinde yaşadığımız Maraş Toprakları da bulunuyordu.
Maraş, 22 Şubat 1919'da İngilizler tarafından işgal edilir.
29 Ekim 1919'da da Fransızlar, Maraş'a gelir ve İngilizler de 1 Kasım 1919 günü akşam çekilirler.
Bu tarih, Maraşlılar için bir dönem noktasıdır.
Fransızların gelmesi ile birlikte yerli Ermeniler'in taşkınlıkları da başları.
29 Ekim 1919'da Fransızlar'a karşı ilk direnen isim Abdal Halil Ağa'dır. Ermeniler'in ileri gelenlerinin şehri işgal edecek olan Fransızlar'ın gelişi için davul çalmasını isteyince Abdal Halil Ağa "Bu din bahsidir" diyerek davul çalmayı ret eder.
31 Ekim 1919'da da Sütçü İmam Olayı cereyan eder. Bu tarihte Uzunoluk Hamamı'ndan çıkmakta olan Türk-İslam kadınına tacizde bulunan Fransız Askerleri'ne karşı ilk müdahaleyi Çakmakçı Said yapar, ancak Fransızlar'ın silahından çıkan kurşunlarla şehit olur. Bunun üzerine o civarda süt satmakta olan Ali İmam, tabancasını çekerek işgalcilerin üzerine boşaltır. Bu, Maraş Kurtuluş Tarihi'nde düşmana atılan ilk kurşundur.
28 Kasım 1919'da da Bayrak Olayı yaşanır. Bir gün önce Kale'den Türk Bayrağı'nın indirilmesi üzerine Av. Mehmet Ali Kısakürek, geceden 7 bildiri hazırlayarak 7 camiiye asar. Bunun üzerine o Cuma günü sabah namazından itibaren Maraşlılar, Ulucami'ye koşar. Cuma'nın sünneti kılınıp, Rıdvan Hoca hutbe için minbere çıktığında "Hürriyeti olmayan bir milletin Cuma Namazı kılması caiz değildir" der. Bunun üzerine Cami'de bulunan Maraşlılar, Kale'ye yönelir ve kısa süren bir mücadelenin ardından Türk Bayrağı yeniden Kale'ye çekilir ve Cuma'nın farzı da burada eda edilir.
6 Ocak 1920'de Maraş'ta savaş hazırlıkları yapılmaya başlanır.
21 Ocak 1920 gününden itibaren de işgalci Fransızlar ve işbirlikçileri yerli Ermeniler'e karşı tarihi mücadele başlar. Gece gündüz 22 gün süren mücadelenin ardından Fransızlar kentten kovulur ve Maraş düşmandan temizlenir.
**
Buraya kadar tarihi bilgilerdir ve bu bilgiler, o günden bu güne anlatılagelen ya da tarihçilerin kaleme aldıklarının bir özetidir.
O günleri yaşamadım. Bilmem. Ne yazdılar, ne anlattılarsa öyle beyinlerimize işledi.
**
O şanlı mücadelemizin ardından da ülkemizin düşmandan temizlenmesi ile bir yönetim şekli olarak Cumhuriyet belirlenir.
1920'de kurulan TBMM, 1923'de ilan edilen bir Türkiye Cumhuriyetimiz vardır artık.
5 Nisan 1925 tarihinde toplanan TBMM, daha önceki yazışmaların ardından Maraş'a savaşta gösterdiği yararlılıktan ve kahramanlıktan dolayı Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası taltif eder.
O Madalya, o günden bu güne kadar her 12 Şubat Kurtuluş Bayramımızda ve 5 Nisan Madalya Günümüzde Şanlı Türk Bayrağımıza takılarak göndere çekilir gün boyunca…
**
7 Şubat 1973 günü de, Maraş'a Kahramanlık payesi verilir yine TBMM tarafından.
O günden bu yana da Kahramanlık günümüzü her 7 Şubat'ta kutlarız. Gerçi son yıllarda bu gün Kurtuluş Etkinlikleri içerisinde kayboldu gitti.
Sadece devletin üst düzey yetkililerinin gönderdiği bir iki mesajla kalıyor.
Neyse…
1978'de de Maraş'ın tarihine geçen Maraş Olayları yaşanır.
O dönemde de yaşımız küçük olduğu için (12-13) olayın sebeplerine, sonuçlarına o günlerde aklımız ermiyor tabii..
**
1980'de bugünkü mesleğime çırak olarak başladığım günlerden itibaren bakıyorum:
80'li yılların başında Maraş'ın üst tarafı Serintepe ve Yörükselim, alt tarafı Bahçelievler… Bir yanı Pınarbaşı, bir yanı Orman Dairesi Bölgesi (yeni yeni)… Bir tarafı Eski Elektrik, bir tarafı Kısıkkaya-Yatılı Bölge…
Hafızam oraları hatırlıyor.
1983'te matbaada birlikte çalıştığımız Fatih Dokumacı ile akşam 7-8 gibi başlayan yürümelerimiz de Sakarya Fırınından aldığımız ekmeğe, Kanlıdere Köprüsü civarında aldığımız zeytinleri katık ederek yürürdük. Pınarbaşı, Hastane, Mağralı, Kısıkkaya, Mercimektepe, Orman Dairesi, şimdi yerinde yeller esen Otobüs Garajı (Piazza'nın hemen doğu tarafının biraz üstü), Şeyhadil…
Henüz gece yarısı bile olmazdı…
Demek ki, küçük bir şehirdik 1980'li yılların ilk yarısında.
Şimdiki Andırın, Türkoğlu, Pazarcık, Afşin, Göksun hatta Elbistan gibi desek yalan olur mu?
**
Bugün şehrin bir ucu Kavlaklı-Kürtül, bir ucu Ferhuş; bir yanı Doğukent, bir yanı Gayberli; bir tarafı Kanuni, bir tarafı 5 Nisan-12 Şubat Mahalleleri…
Daha da geniş hatta…
1980'li yılların ilk yarısında bir ucundan bir ucu en fazla 8-10 kilometre olan şehir, birbirlerine çok yakın yerleşim birimi açısından bugün 30-40 kilometreye tekabül ediyor.
Belki biraz daha fazla…
Üngüt'ten Karacasu'daki hastaneye bir toplu taşıma aracının 40-60 dakikada gittiğine göre siz düşünün artık kentin çapını, yarçapını…
**
Kent büyüdü, yerleşim birimleri arttı, nüfus kalabalıklaştı…
Sanayimiz çırçırcılardan konfeksiyonculuğa ulaştı.
Bakırcılarımız artık metal mutfak eşyası üretimi yapıyor.
Sandıkçılarımız, mobilyacılıkta iddialı konuma geliyor.
Yemenicilerimiz, bugün Türkiye'nin önemli ayakkabı üreticilerinden oldu.
Bunu bir çok örnekle çeşitlendirebilirsiniz.
1980'li yılların hemen öncesinde Belediye Mektebi, Mezarlık Mektebi denilen Yüksekokulumuz, bugünkü Üniversitemizin nüvesini oluşturdu.
Biz zaman zaman küçümsesek te, bugün Sütçü İmam Üniversitemiz bugün ülkenin sayılı üniversiteleri arasına geldi; yerleşim alanı, öğrenci, fakülte, öğretim görevlisi açısından..
Yörükselim'deki Devlet Hastanesi bugün Kapıçam'da adeta bir Bölge Hastanesi olarak hizmet veriyor.
Uzatın da uzatın bu örnekleri…
**
Peki ne değişti?
Mekansal anlamda çok şey değişmesine rağmen, zihniyet açısından hiçbir şey değişmedi.
Değişmiyor.
Değişmeyecek te.
**
Dünkü kadük düşünceler bugünde kente hakim…
Siyasetinde, ekonomisinde, eğitiminde, sosyal hayatında, eğlence hayatında, basınında, kültüründe, sanatında…
Hep 'küçük olsun, benim olsun' zihniyeti hakimdir.
Bu inkar edilemez bir gerçektir.
**
Bir valiyi ekonomik-siyasi güç ile etkileyip, yanlış kararlar aldıran bu şehrin insanları değil miyiz?
Dün de böyleydi, bugün de böyleyiz.
Riyaset makamlarının olayı 'siyasi' düşünüp, yanlış-haksız uygulamaları bu şehirde yapılmıyor mu?
Bir yandan kocaman kocaman sanayicilerin fabrikalarının önüne en modern servis yolları yapılırken, kentin tam merkezi yerlerinde kalan yerleşim birimlerinde pislikten geçilmeyen mahalleler bu şehrin mahallesi değil mi?
Henüz sandıktan çıkmadan, farklı siyasi partileri 'hain' ilan edenler bu şehirde değil mi?
Koltuğu eline geçirince, dolduramadığı koltukta kendilerini Osmanlı Padişahı ilan eden riyasetçiler, siyasetçiler, sendikacılar, dernekçiler, şucular-bucular ile karşılaşmıyor muyuz?
Gerkçekler, yaşananlar yazıldığı zaman kalem sahibini 'kominist, muhalif, şer odağı' ilan edenler bu kentte değil mi?
At gözlüğü takıp, etrafını görmeyen yetkililer-ilgililer, yetkisizler-ilgisizler yok mu?
**
Toplu taşımacıların 'beleşçiler' tabir ettiği 65 yaş üstü insanları almamak için duraklarda durmayan zihniyeti engelleyemeyen bir yerel yönetim var.
Haklı ama güçsüz olanı ezen bir güç var.
Haksız ama güçlü olanın çanağını tutan bir el var.
Neden bunlar önlenemiyor.
Haklıya haklı, haksıza haksız muamelesi yapılmıyor.
**
Konu uzayıp gidecek.
Şimdilik bu kadar, diyerek noktalayalım:
Noktayı üst üste koyarsanız, iki nokta üst üste olur; yan yana koyarsanız yan yana iki konta olur.
Virgülün görevi neydi?

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER