KISA BOYLU BİR TERZİ BULUP GETİRİN

KISA BOYLU BİR TERZİ BULUP GETİRİN

KISA BOYLU BİR TERZİ BULUP GETİRİN

 Bir hırsız, büyük bir konağa girer. Alt kattadır. Üst kata çıkan merdiven korkuluğuna yaslanır. 'Neler çalabileceğini' düşünür.

Bu sırada merdiven korkuluğu büyük bir ses çıkartarak kırılır. Korkuluklar kırılır da, hırsızda korkuluklarla birlikte yere düşer.
Çıkan gürültü karşısında konak sahibi uyanır. Uyanan konak sahibi, sesin geldiği alt kata iner. Bakar ki yabancı biri, halinden hırsız olduğunu anlar. Şaşkınlık içerisindeki hırsızı kıskıvrak yakalar. Yakalar ve soluğu kadının karşısında alır.
Kadıya evine giren adamı göstererek davacı olduğunu söyler. Kadı, hırsıza sorar:
- Neden hırsızlık yapıyorsun, içeri nasıl girdin, ne çaldın başka yerlere hırsızlık için girdin mi?
Hırsız:
- Tamam, kadı efendi! Ben hırsızlık için girdiğimi kabul ediyorum. Buna bir itirazım yok. Fakat bu ev sahibinin hiç mi günahı yok? Yaşadığı yerin merdiven korkuluklarını niye sağlam yaptırmamış?
Kadı, hırsızın sözleri üzerine bu kez konak sahibine döner:
- Merdiven korkuluklarını niye usulüne uygun yaptırmadın, niçin kötü malzeme kullandın?
Konak sahibi:
- Tamam. Ben hatalı olabilirim. Ancak o merdiveni ben yapmadım. Falanca Kadı bu kez işi yapan marangozun huzura getirilmesini ister.
Marangoz:
- Evet, kadı efendi suç benim. Fakat ben işi kendim yapmadım. Falanca kişiye yaptırdım. O işi yaptırdığım ustanın kötü malzeme kullanması, eksik iş yapması benim suçum mu?
Gelişmeler, kadı efendinin kafasını karıştırmaya başlar. Yalnız suçluyu bulmaya da kararlıdır, kadı. Hemen emir verir ve ustayı hemen huzura çağırır. Konuyu anlatır. Suçlu olup olmadığını sorar. Bunun üzerine usta şöyle der:
- Evet, kadı efendi. O merdiveni ben yaptım. Asıl suçlu benim. Ama ben merdiveni yaparken oradan geçen kırmızılı kadının hiç mi suçu yok? O kadın benim dikkatimi dağıttı. Bu sırada bilmeyerek hata yapmış olabilirim…
Kadı, ustanın bu sözleri üzerine bu kez kırmızılı kadının bulunmasını ister. Kırmızılı kadın da bulunur, huzura alınır. Kendisine isnat edilen suçu öğrenen kadın, şöyle der:
- Doğru kadı efendi. O tarihte ben kırmızı elbiseyle oradan geçtim. Ama bu benim suçum değil. Siyah bir kumaşım vardı. Terziye dikmesi için teslim ettim.
Terzi ise kumaşı yanlışlıkla başka birine verdiğini, kırmızı kumaştan kendisine elbise diktiğini söyledi. Bende kabul ettim. Yani burada suç benim mi terzinin mi?
Kadı, iyice şaşırmıştır. Bu kez terziyi çağırttırır. Konuyu anlatır. Terzi:
- Kadın doğru söylüyor suç benim. Kırmızı kumaştan elbiseyi ben diktim. Ne ceza veriyorsanız kabul ediyorum…
Der ve boynunu büker. Kadıya göre, hırsızlık olayında suçlu terzidir. Terzinin ibret için asılması fetvasını verir. Darağacı kurulur. Yöredeki insanlar asılacak terziyi görmek için meydanda toplanırlar. Cellât terziyi darağacına getirir ve ilmeği boynuna geçirir.
Fakat... Terzi uzun boylu olduğu için ayakları yere değer. Cellât, hemen kadıya sorar:
- Ne yapalım kadı efendi?
Kadı cellâtta dönerek
- Hemen kısa boylu bir terzi bulup getirin!
Ve hırsızlık konusundaki suçlu için bir kısa boylu terzi aranır.
**
Bu kıssadan hisse tabiri hikâye tesadüfen elime geçen Kırşehir Gündem Gazetesi'nin 16 Ekim 2008 tarih ve 102 sayılı nüshasında yer alıyor.
Gazetedeki 'Kül­Tür' isimli köşenin yazarı Fatih Emre, bu hikayenin altına şu notu düşmüş:
"Bu bir hikâye.
Ama günümüze uygun bir hikâye.
İşte terör örgütünün yaptıkları.
Bizlerin birlik olacağımız zamanda muhalefet suçluyu buldu ve kararını verdi? suçlu hükümet ve komutanlar.
Şimdi somak gerekmez mi?
PKK ve işbirlikçilerini ne zaman suçlu ilan edecek ve görevi başındaki güç vererek çözüm yolları konusunda önlemde bulunacaksınız?
Yoksa hedefi şaşırtarak oy toplamaya mı çalışıyorsunuz?
Bu ülke, bu şehitler bizimdir.
Ne yapılacaksa biz yapacağız.
O halde çözüm önerilerinizi sunun, ya da görevini yapanlara gölge olmayın yeter."
**
Bizim bu hikâyeye söyleyecek bir sözümüz olmaz.
Bu memlekette deveyi hamutu ile götürenler suçludur elbette.
Ama asıl suçlu onlar değildir.
Deveyi, hamutu ile götürecek 'aç' insanlara bırakanların suçu yok mu?
O insanları böylesine aç bırakan ağaların suçu yok mu?
O ağalara, bu işleri öğretemeyen ataları yok mu?
Malum, bize yine işleri düşecek.
Şunun şurasında ne kadar zaman kaldı ki?

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER